Akıl bir alettir |
Kişinin her zaman kendisini kendisi olduğunu bilmesi, varlığının
aslıdır. Bu ise, aklın varlığına bakar.
1-
S- Kimsin? Ölsen yine sen misin? Bedenin inhilali ruhun şahsiyetine tesir etmez
mi?
C- Ben bu anda, seksen Said'den telhis ile tezahür etmişim. Onlar
müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil (*) istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.
Şu (Said) yetmiş dokuz meyyit, bir hayy-ı nâtıkın fihristesidir.
Eğer zamanın suyu donup dursa, mütemessil olan o Saidler birbirlerini görseler,
şiddet-i tehalüften birbirlerini tanımayacaklardır. Ben onların üstünde
yuvarlandım; hasenat, lezzat dağıldı kaldı. Seyyiat, âlâm toplandı, yüklendi.
Nasılki şimdi o merhalelerde daima ben benim.
Öyle de mevtimle gelecek menzillerde de yine ben
benim. Lâkin her senede şu menzilhanelerdeki zerrat, iki muhaceret-i umumî
yaptığından, ene dahi libasını değiştirir, yırtılmış Said'i atar, yeni Said'i
giyer.”( STİ:112)
2- “ İnsanı hayvandan ayıran şeylerden:
Biri, mazi ve müstakbel ile alâkadar olmasıdır. Hayvan bu iki zamanı bihakkın düşünecek bir
idrake mâlik değildir.
İkincisi, gerek enfüsî, gerek
âfâkî, yani dâhilî ve haricî şeylere taalluk eden idraki, küllî ve umumîdir.
Üçüncüsü, inşaata lâzım olan mukaddemeleri keşf ve tertib etmektir. Meselâ:
Bir evin yapılması için lâzım olan taş, ağaç, çimento misillü lüzumlu
mukaddemeleri ihzar ve tertib etmek gibi.
Binaenaleyh insanın en evvel ve en büyük vazifesi, tesbih ve tahmiddir.
Evvelâ mazi, hal ve istikbal zamanlarında görmüş veya görecek nimetler
lisanıyla, sonra nefsinde veya haricinde görmekte olduğu in'amlar lisanıyla,
sonra mahlukatın yapmakta oldukları tesbihatı şehadet ve müşahede lisanıyla
Sânii hamd ü sena etmektir.” (Ms. Sh:206)
3- “İnsanı fıtraten bütün hayvanlara
tefevvuk ettiren câmiiyetinin meziyetlerinden biri, zevilhayatın Vâhib-ül
Hayat'a olan tahiyye ve tesbihlerini fehmetmektir. Yani insan kendi kelâmını
fehmettiği gibi, iman kulağıyla zevilhayatın da, belki cemadatın da bütün
tesbihlerini fehmeder. Demek her şey sağır adam gibi yalnız kendi kelâmını
anlar. İnsan ise, bütün mevcudatın lisanlarıyla tekellüm ettikleri esma-i
hüsnanın delillerini fehmeder. Binaenaleyh herşeyin kıymeti, kendisine göre
cüz'îdir. İnsanın kıymeti ise küllîdir. Demek bir insan, bir ferd iken bir nevi
gibi olur.” ( Ms.sh:212)
4- “onun pek mühim, hayret
verici kemalât ve cemal-i manevîsi vardır. Gizli, kusursuz kemal ise; takdir
edici, istihsan edici, mâşâallah deyip müşahede edicilerin başlarında teşhir
ister. Mahfî, nazirsiz cemal ise; görünmek ve görmek ister. Yani, kendi
cemalini iki vecihle görmek: Biri, muhtelif âyinelerde bizzât müşahede etmek.
Diğeri, müştak seyirci ve mütehayyir istihsan edicilerin müşahedesi ile
müşahede etmek ister. Hem görmek, hem görünmek, hem daimî müşahede, hem ebedî
işhad ister. (S.sh:51)
5- “Hiç mümkün müdür ki:
Cenab-ı Hak ve Mabud-u Bilhak, insanı şu kâinat içinde rububiyet-i mutlakasına
ve umum âlemlere rububiyet-i âmmesine karşı en ehemmiyetli bir abd ve hitabat-ı
Sübhaniyesine en mütefekkir bir muhatab ve mazhariyet-i esmasına en câmi'
Müstensih kalem-i kudrettir
bir âyine ve onu ism-i a'zamın tecellisine ve her isimde bulunan
ism-i a'zamlık mertebesinin
tecellisine mazhar bir ahsen-i takvimde en güzel bir mu'cize-i
kudret ve hazain-i rahmetinin
müştemilâtını tartmak, tanımak için en ziyade mizan ve âletlere mâlik
bir müdakkik ve nihayetsiz nimetlerine en ziyade muhtaç ve fenadan en ziyade
müteellim ve bekaya en ziyade müştak ve hayvanat içinde en nazik ve en nazdar
ve en fakir ve en muhtaç ve hayat-ı dünyeviyece en müteellim ve en bedbaht ve
istidadça en ulvî ve en yüksek surette, mahiyette yaratsın da, onu müstaid
olduğu ve müştak olduğu ve lâyık olduğu bir dâr-ı ebedîye göndermeyip,
hakikat-ı insaniyeyi ibtal ederek kendi hakkaniyetine taban tabana zıd ve
hakikat nazarında çirkin bir haksızlık etsin!”
(S.sh:87)
6- “İnsan zîşuur ve câmi' olduğu
cihetle, nazarı âmm, şuuru küllî olur. Nazarı âmm olduğundan şecere-i hilkati
tamamıyla görür; şuuru da küllî olduğundan Sâni'in makasıdını bilir. Öyle ise,
insan Sâni'in muhatab-ı hâssıdır.
Evet âmm ve şümullü olan nazar ve şuurunu Sâni'in
ibadetine ve muhabbetine sarf ve san'atını istihsan, takdir ve teşhirine tevcih
ve nimetlerinin şükrüne istimal eden bir ferd, verdiği nimetlere karşı şükür
isteyen ve yarattığı mahlukatı ibadete, şükre davet eden Sâniin has muhatab ve
habibidir.” ( Ms.sh:31)
7-“ Madem insan, şecere-i hilkatin
meyvesi gibidir. Öyle ise, şecere-i kâinatın eczaları içinde, hepsinden en
cami’ ve (kökten) en uzak bir cüz’dür. Madem ki insan, kâinat ağacının en cami’
ve en uzak
ve zîşuur bir cüz’üdür. Öyle ise, herhalde şuuru küllî ve nazarı âmm olacaktır.
Öyle ise, o, şecere-i hilkatın mecmuunu görebilecek âmm bir nazara mâliktir. Ve
şuuru külli olduğundan, saniin makasıdını bilen, bildiren o olacaktır. Öyle
ise, kâinat saniinin hâs bir muhatabı olacaktır. Hem küllî şuurlu
ve âmm nazarlı olduğu içindir ki, hususî hitaba mazhar olmuştur.
Şimdi
bak! İnsan nev’inden bir ferd ki, bütün bu umumî nazarını ve küllî şuurunu
Sania taabbüd (kulluk) için ve kendini ona sevdirmek ve ona muhabbet etmek
kasdıyla sarfetse; ve o Saniin san’atını teşhir ve takdir ve istihsan etmek
için tamam şuurunu ve dikkat-i nazarını tevcih etse ve bütün nazarını ve
şuurunu ve mecmu-u kuvvet ve himmetini o sani’in nimetinin mukabilinde şükür
isteyen o Saniin şükründe istimal etse, ve kâffeten bütün
insanları ubudiyet, istihsan ve şükre davet etse; elbette bilbedahe o ferd-i
ferid, Sani-i Âlem’in en birinci muhatabı ve bütün mahlukatın en sevgilisi ve
en akrebi olacaktır.” (Bms.sh:52)
Alınan
Yerler: STİ sh:103-104
Mesnevi Nuriye: 31-206-212
Sözler: 51-87
Büyük Mesnevi: 52