30 Ağustos 2013 Cuma

RİSALE-İ NURDA HİZMET ESASLARI

HİZMETE ŞEVKLE GAYRET ETMEK.

1.RİSALE-İ NURA AİT HİZMETLER

*Nurları kendi mali ve telifi gibi hissedip sahip çıkmak.nurlar vasıtası ile Kurana hizmeti hayatınn en mühim ve büyük gayesi olarak görmek..
*Nurların neşrine ciddi olarak çalışıp ehil olanlara ulaştırmağa vasıta olmak...
*Nurlarla bizzat iştigale büyük önem vermek...
*Nurları dikkatle ve devamlı mütalaa etmek,nurlarla sıkı ve ciddi irtibat içinde olmak..
*Nurların neşr edildiği dersaneler açmak ve onlara sahip çıkmak.
 *NurlarI yeterli görmek,başka eserlere ihtiyaç hissetmemek,nazarını nur haricine dağıtmamak,nurlardan aldığı feyze kanaat etmek..nurlara sadık olmak..
 *Nurlara tam teslimiyet,hüsnü zan ,itimat  içinde olmak.nurlara karşı şiddetli bir iştiyak ve muhabbet,metin bir itimat sadıkane bir bağlılık ve ciddi irtibat içinde olmak..
 *Nurlarda ve nur üstadda tevhid-i kıble etmek..başka da teveccüh kıblesi edinmemek.
*Nurları şerh ve izah,tekmil ve tahşiye,neşr ve talim tanzim ve tertip ile tefsir ve tashih vazifelerini yapmak.kaynak ;risale-i nur külliyatı.......
2.HAREKAT DUSTURLARI.
a.TEDBİRLİ VE DİKKATLİ OLMAK,İHTİYAT.
Hizmeti aksatmadan luzumu kadar dikkat ve ihtiyat etmek gereklidir.hizmete zarar gelmemesi için cesurane ve ihtiyatsız hareketlerden bir derece çekinmek lazımdır.ehli dalaletin evhamını tahtik ederek tecavüze sevk edecek şeylerden kaçınmalı..hizmetin nazik sırların na-ehillerin eline vermemeli.sırları faş etmemeli.münafıklara karşı daima ihtiyat lazımdır.ihtiyat etmek lazımdır,aleyhimizdekiler çok dessas ,hain  ve alçaktırlar.(bediüzzaman)

b.TEMKİN,İTİDAL-İ DEM.Hizmette bulunanlar daima soğukkanlı ve sakin olmalı.hucumlar,sıkıntılar karşısında telaş etmemeli,sarsılmamalıdır"fevkalade ehemmiyetli olan sukun,temkin ve itidal-i demmin kati luzumu beni sabır ve tahammüle sevk etti..
c.SİYASETE GİRMEMEK.Nur talabeleri siyasi cereyanlara tebi ve alet olmamalı.siyasi tarafgirlik içine girmeden ,dost- düşman ayrırmadan herkese iman hakikatlarını neşr etmeli."siyasi cereyanlar sizi tefrikaya atmasın."."siyaset-i dünya ile alakadar değilim.."
d.ŞAHS-I MANEVİ TEŞKİL ETMEK. Nur talabeleri eneleri nahnuye tebdille şahsı manevi oluşturmalıdır.has şakirtler "şahs-ı maneviyi" teşkil ederşahsa değil şahsı maneviye önem atf etmeli,nazar etmeli.zaman cemaat zamanıdır esasına göre hareket etmeli.
e.MEŞVERET-İ ŞERİYYE.Nur talabeleri meşveret-i şeriyye ile reylerini teşettütten korumalı.hizmette tatbikat ve tercihattaki uygulamaları meşveret ile tanzim etmelidir."meşveret ile maslahat ne ise yaparsınız 
f.HAREKATI KURANDAN GELEN  DUSTURLARA GÖRE TANZİM ETMEK
 g.MÜSBET HAREKET ETMEK.Nur talabelerinni vazifeleri müsbet hareket etmektirmuhabbet fedaisi olarak hareket edip harekatında husumete yer vermemeli.kimse ile münakaşa ,mübareze içine girmemeli.herkesle dostane ilişki içinde olmalı.mesleğimiz münakaşa ve münazara değildir.birlik ve kardeşliği korumalı ayrımcılığa prim vermemeli.asayişi mıhafaza etmeli,daima sulh ve barışı esas almalı,emniyetin temsilcisi olup herkese güven telkin etmelidir.mesleğimiz tamir ve tedafü olup tahrip ve tecavüz değildir..meşrep ihtilafını menfi tarzda istimal etmemeli.yalnız kendi mesleğinin mıhabbeti ile hareket etmeli ,iyiliği emr edip kötülükten men etme vazifesini ifa..kuran hakikatlarını ders vermek..kuran ve iman hakikatlarını neşr etmek.hak dinin galabesi için uğraşmak..kuranı öğrenmek ve öğretmek,hatt-ı kuranı muhafaza..
 B.KURANIN HAKİMİYETİNİ TESİSİslam şeairinin,sünnet-i seniyyenin ihya edilmesi bidaların imhasışer'i ahkamın tamamen icra ve tatbiki.
 C.İTTİHAD-İ İSLAMI TESİSalem-i islamın muhabbet ve uhuvvet içinde birliğini tesis temek.kürfü mutlaka karşıda islam-isevi ittifakını tesis.
 D.FİKR-İ KÜFRİYİ KATLküfür fikriyatını katl ile zındıka cereyanlarını imha ile durdurmak.insanlığı küfür ve dalalet cereyanlarından korumak,tecavüzlerine karşı kurani bir sedd çekmek.onların tahribatını tamir etmek.dünyayı küfürden ve dalaletin pisliklerinden temizlemek..fitne ve anarşiyi yok etmek.sulh-u umumiyi tesis etmek.fitnenin izalesi ile hak dinin galebesi için çalışmak.
 E.HER YERDE İSLAM ÜNİVERSİTELERİ AÇMAKmedresetüzzehra denilen hem fen hem din ilimlerinin birlikte okutulduğu mektepleri her yerde açmak.böylelikle batı medeniyetini islam ile barıştırmak hakiki islam medeniyetini inşa etmek.
 3.İRŞAD VE TEBLİĞ PRENSİPLERİ
a.irşad ve ıslaha önce kendi nefsinden başlamalı.nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez.kendi nefsini irşad etmeden başkasının irşadına kalkışan kişi irşadı tesirsiz kılar.kendi nefsini herkesten çok nasihata,irşada muhtaç ve nefsini herkesten süfli ve edna görmelidir.
 b.irşadda lisan-i hal lisan-ı kalden daha tesirlidir.akılları gözünde olan avama ders veren ,fiildir.bizler islam ahlakının ve iman hakikatlarının kemalatını fiillerimizle göstermeliyiz.islamiyetin mahbub ve ulvi olduğunu emirlerine imtisal ederek efal ve ahlakımızla göstermeliyiz
 c.irşadda öncelikle iman esaslarını  ders vermeli sonra temel ibadetlere(namaz)geçmelidir.
 d.irşadda ikna ve isbat yolunu takip etmeli,müddeamızı isbat etmeliyiz.(risale-i nurun tarzı)
 e.irşadda kavl-i leyyini esas almalıdır,nazikane ve nezih bir uslup takip edilmelidir.lutf-u irşadı esas almalıdır.muhatabın kusurunu teşhir etmeden perdeyi yırtmadan ıslaha çalışmalı.çok fenalık var ki perde altında kaldıkça,yırtılmadıkça ondan gafil kalındıkça sınırlı kaldığı gibi,o fenalık sahibi de perde-i hicab altında kendini ıslaha çalışır.perde yırtılsa ,hücüm edilse fenalık tevessü eder.fena kimselere iyisin iyisin demekle iyileşmesi,iyi adama fenasın fenasın demekle fenalaşması çok vuku bulmuştur.
 f.irşadda muhabbeti esas almalı,husumete yer vermemeli.biz muhabbet fedaileriyiz husumete vaktimiz yoktur.husumet vahşilerin vahşetine karşıdır.
 g.irşadda fenalığı anlatmadan iyiyi ders vermelidir.batılı tasvir etmek saf zihinleri idlal eder.
 h.irşadda hazm olunmayan ilim telkin olunmamalı.
 ı.irşadda muhatabın,cemaatin,istidat ,ahval ve derecatı ve fehmi göz önüne alınmalı,mizac vekabiliyetlere göre irşad yapmalıdır.ata ot,arslana et vermeli..
 j.irşadda teenni-i hikmetle tedricilik esasına göre hareket etmeli.muhatap herşeyi birden öğrenip hazm edip yaşayamaz.musamahıyı esas almalıdır.
 k.irşadda asla münakaşa ve cedel tarzına girmemeli.biz tahrip ve tecavüz değil tamir ve müdafaa halindeyiz.kimse ile husmete girmeden,sert,kırıcı ve tecavüzkar olmadan muhabbet fedaisi olarak şefkatle insanları irşada çalışmalıdır.
 l.irşadda kemmiyete değil keyfiyete önem vermelidir.müşteri olmayanlara zorla mal satnaya çalışmamalı,bizler müşterileri arayıp yalvarmağa mecbur değiliz.ehil olanlarla meşgul olmalıdır,ihtiyacını hissedenlerle alaka kurmalıdır.hınzırın boynuna inci takılmaz.hakikatları işittiği halde hala imana ,hizmete tecavüz edenlerle ilişik kesilmeli..
 m.irşad esnasında izeet-i imaniyeyi ve ilmiyeyi muhafaza etmelidir.
 n.irşadda doğrluğu,sıdkı esas almalı.asla yalaan hileye tevessül etmemeli.
 o.irşadda kendi vazifesi olan tebliği ifa ettikten sonra Cenab-ı Hakkın işi olan güzel tesir etmek,muvaffak olmak gibi neticelere karışmamalı,müdahele etmemeli.vazifede azami hırs göstermekle beraber hizmetlerin neticelerine kanaat etmekle mükellefiz.mevcuda iktifa dun- himmetlilik,semere-i sayine rıza ise kanaattir.
 ö.irşad zarar veriyorsa bırakılmalı.her doğru her yerde söylenmez.mesela dinsize dinsizsin deemk onu tecavüze sevk edebilir.
 p.irşadda faydalı olabilmek için nefret ettirici olmamalı.irişadda sevimli tavırlar içinde olmalı itici olmamalıdır.
 r.irşadda hakkın hatırını ali tutmalı ve hiçbir hatıra feda etmemeli.daima hakperest olmalı.
 s.irşad esnasında karşılaşılan zorluklara tahammül etmeli.insanların levm-i laimine kulak asmamalı.vazifede sebat edip futur vermemeli.irşadda imtihandır.
 ş.irşad esnasında şeri muvazene muhafaza edilmeli.herşeyi olduğu gibi tavsif edip mübalağa ve mücazefeye girmemelidir.alim-i muhakkik olmal ta iddiayı isbat etmelihakim-i mudakkik olmalı ta şeri dengeyi bozmamalı..ve beliğ-i mukni olmalı..
 t.irşadda güzel tesir etme hasbiliktedir,o da garazsızlık ve şahsi menfaati terktir,,irşadda samimiyet ve ihlas çok önemlidir.

4.HİZMET DÜSTÜRLARI
A.SADAKAT:Üstada,nurlara ve hizmete sarsılmaz bir bağlılıkla bağlanmak ve asla dönmemek..

B.SEBAT-METANET;hizmet yolunda başa gelen her türlü müşkilat ve sıkınt karşısında yılmamak,gevşeklik göstermemek.şevkle hizmete devam etmek."mesleğimizde ihlas-ı tammeden sonra en büyük esass sebat ve metanettir.

C.HİZMETE ŞEVKLE GAYRET ETMEK.hizmete samimi ve ciddi bir iştiyak ve şevkle gayret etmek..istirahata meyl ve tenbellikle hizmeti aksatmamak

D.SABİR VE TAHAMMÜLHizmette karşılaşılan zahmet ve meşakkketlere ,sıkıntılara sabr ile tahammül etmek.

E.İHLAS-I TAMMEhizmeti hiç bir şeye alet etmeden yalnız ALLAH rızası için hizmet etmek.hasbiyane ,garazsız ,ıvazsız hizmet vermek.

F.FEDAKARLIKher hissini maksada feda etmek.maddi-i manevi herşeyden feragatla hizmete devam etmek.hizmeti herşeye tercih edip herşeyin üsütnde tutmak

G.MUHABBET-ŞEFKATmuhabet fedaisi olarak hizmet etmekiharekatına muhabbet ve şefkati hakim kılmak

H.ŞECAAT-KAHRAMANLIK,düşmana karşı korku göstermemek,korku nedenii le hizmeti aksatmamak.şehamet-i imaniye ile şecaat ile kahramancasına hizmet etmek."dünyayı aleyhimize sevk etseler kuranın kuvvetiyle ALLAHIN inayetiyle kaçmayız.

I.İZZET-İ İMANİYEhizmette imanın izzetini korumalı.zulm eden düşmana karşı tevazu göstererek tezellül etmemelidir.mütecaviz dinsize karşı mahviyet ve tevazu gösterilmez.canavar vicdanı taşıyanlara karşı dalkavukluk etmek ,zaaf göstermek onları tecavüze  sevk eder.,kendini ezdirmeye cesaret verir..

İ.HAMİYET-İ DİNİYEislama vurulan darbeleri vicdanında hissetmek..islamın maruz kaldığı tehlikelere karşı dinine sahip çıkmak.

J.ŞÜKR-Ü MUTLAKhizmet yolunda her müşkilatı hoş görüp şükr etmek.her muvaffakıyeti ALLAHTAN bilip şükr etmek
 K.SIDKdaima doğruluğu eas almak.
L.CİDDİYETciddiyetle hizmete devam etmek.
M.ÜMİTVAR OLMAKasla yeise girmemek.
N.TEBLİĞ-TEMSİL
O.HULLET-UHUVVET
Ö.TESANÜDÜ MUHAFAZA 

5.ŞAHSİ DÜSTÜRLAR

 A.SÜNNETE İTTİBAI ESAS ALIP BİDALARDAN İÇİTNAB ETMEK

B.TAKVAYI ESAS ALMAKferaizi işlemek ,kebairden içitnab etmek.

C.NURLARI MÜTALAA İLE TEFEKKÜR

D.İSTİKAMETİ MUHAFAZA

E.İFFETİ KORUMAK

F.KANAAT VE İKTİSATisraftan içtinabhırs ve tama nedeni ile hizmeti aksatmamak

G.RABITA-İ MEVTkasr- i emel

H.TENBELLİKTEN İÇTİNAB ETMEK

I.ZÜHTdünyanın fani müzeyyenatına tenezzül etmemek.mecbur kalmadıkça içtimai hayata karışmamak

J.UBUDİYETacz fak ve naksını idrakle dergah-i ilahiye iltica.

K.AHLAK-I ALİYE İLE TAHALLUK

L.NEFSİ TEZKİYE
nefsinde acz fakr ve kusurdan başka bir şey görmemeknefsi daim zem etmek ,nefse asla itimat etmemeknefsini asla beğenmemek,beğendirmeyede çalışmamakenaniyeti terk ile tevazu ,mahviyet ve fena içinde bulunmak,hogamık etmemek.nefsini asla tezkiye ve tebrie etmemek.nefsi cümleden süfli görmek.herkesi kendinden iyi bilmek.taazzum arzusu be tekebbür ile meyl-i teveffukten içtinab.şahsi meziyetlerini ketm etmek.(meziyetin varsa hafa turabında kalsın ta neşvu nema bulsun)temedduh içine girmemekhizmet ettim diye gururlanmamak,kendini recul-i facir bilmek.riya suma dan tezahürden sakınmakhubb-u cah arzusundan içitnab etmek.teveccuh-ü nası arzu etmemek.mazhar olduğu hasenatı ihsan-i ilahi bilip şükr etmek fahr ve ucbe girmemek.hizmetlerde önde ücretlerde geride durmak.
6.UHUVVET (KARDEŞLİK)DÜSTURLARI
a.Müminleri ALLAH  için sevmek.elhubbu fillahı düstur edinmek.müminlere müştakane şefkat,refetkarane muhabbet içinde olmak.

b.kardeşleri ile hullet dairesinde uhuvveti yaşamak,en civanmert kardeş,en yakın dost,en fedakar arkadaş en güzel takdire dici yoldaş olmak.

c.kardeşlerine karşı adaver ve husumet içine asla girmemek,intikam fikrine kapılmamak,kardeşinin fenalığına karşı iyilkle mukabele etmek.

d.kardeşin ayıbını görmemek,kusurunu af etmek ve unutmak,kardeşine gücenmemek,kardeşin ayıbına göz yummak"sakın sakın biribrinizin kusuruna bakmayın,hiddet yerine hürmet ediniz"

e.kardeşleri asla tenkit etmemek,gıybet yapmamakcerbeze ve gurura isnad eden tenkit yıkıcıdır.

f.kardeşine sui zan etmemek,hüsnü zannı esas almak.

g.kardeşini herşeyde nefsine tercih etmek isar yapmak.

h.kardeşlerinin meziyetleri ile şakirane iftihar etmek,o meziyet ve faziletleri kendinde bilmek.kardeşinin meziyetinni naşiri olmak onları kıskanma içine asla girmemek.

ı.kardeşinin gıpta damarını tahrik edecek şeylerden sakınmak.faziletfürüşlük etmemek.şahsi meziyetlerini ketm etmek(meziyetin varsa hafa turabında kalsın ta neşvu nema bulsun)meyl-i teveffukten sakınmakkardeşine mürşit vaziyeti takınmamak,kimseinni kıskanma hissini tahrik etmemek.

j.kardeşleri ile asla rekabet içine girmemek.hizmetine yardıma gelenlerle iftihar etmek(kıskanmak şöyşe dursun)

k.kardeşleri ile haklı da olsa münakaşa etmemek.haklı da olsa kusuru üstüne almak.kardeşine tarafdar olup kendini suçlamak.hizmet ve kardeşin hatırı için gururunu yenip haysiyetini feda edebilmeli.ehli imanla,hocalarla dahi münakaşa etmemeli,herkese sulhkarane davranmalı."sakın münakaşa etmeyin,münakaşa eden haksızdır"

l.kardeşlerinde fani olmalı.fena fil ihvan düsturu ile şahsiyet ve enaniyeti kardeşleri içinde eritmeli,enaniyet şahsı manevi havzında erimeli.

m:kardeşini kendinden iyi bilmeli.nefsini cümleden süfli görmeli.hak yolunda hizmet eden herkesi kendinden iyi bilmelidir.tevazu,mahviyet ve terk-i enaniyetle kardeşler arasında bulunmalıdır.emaniyet ve tekebbürden azami derecede sakınmalı

n.kardeşine daima dua etmeli.hasenatını hediye etmeli.onun için isitgfarda bulunmalı.daima kardeşine hayr-hah olmalıdır.

o.kardeşini fena gördüğünde terk etmeyip ıslahına çalışmalı"asıl hüner kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak ehli sadakatın şe'nidir."

ö.tabi olmayı metbu olmaya tercih etmeli,imamlık .yöneticilik şerefini kardeşine bırakmalı.

p.kardeşleri ile samimane ittifak ve tesanüt içinde olup ihtilafa asla izin vermemelidir.ifitirakı netce veren herşeyden içtinab etmelidir.meşrep ayrılığı nedeni ile menfi ihtilafa girmemeli.aşk-ı hakikat harekatında hakim olmalı.el hubbu fillahı düstur edinmeli.teferruattaki tefavut nedeni ile ittihadı sarsmamalı.hak ve güzel yalnış benim yolum dememeli..hakkı bulduktan sonra ehak da ihtilaf çıkarmamalı.maksatta ittifak edip ali maksatlara nazar etmelikendi mesleğine muhabbet yerine başka meslekten nefreti harekatına hakim etmememli.vesileyi gaye yerine ikame etmemelidir.
7.İHLAS DÜSTURLARI
A.hizmetinde yalnız ALLAHIN rızasını aramalı.halkın red veya kabulunu düşünmemeli.hizmeti sırf emr-i ilahi olduğu için yerine getirmelidir.hizmet halka beğendirmek için değil hakka hizmet için yapmalı.hizmeti hiç bir şeye alet etmemelidir.hizmet mukabilinde ücret almamalı,hizmetin neticelerini dünyada aramamalıdır.karşılıksız halisane hizmet etmeli.hizmetlerde önde ücretlerde geride durmalı.hizmetine mukabil halktan maddi manevi ücret almamalı.hizmette nastan istignayı esas almalıdır.en büyük gücünü ihlasda görmeli,riya ve suma ile şirke girmemelidir.

B.her türlü nefsi hazlardan,maddi manevi füyuzat hislerinden feraagt edip,her hissini maksadına(davaya)feda etmelidir.hizmet için maddi manevi menfaatlerden feragat etmelidir.hizmeti her şeye tercih etmelidir.hizmeti velayete,manevi makamlara dahi tercih etmelidir,keşf ,keramet ve zevk gibi şeyler aramamamlıdır.safi hizmeti aşka şeylerle bulandırmamalı.meşakkatli,sıkıntılı ameş-i saliha daha hoş gelmelidir,amelin neticesi dünyada verilese hüzünle karşılamalı.

C.teveccuh-u nas ,halkın hürmeti,takdiri, senası gibi karşılıkları arzu etmemeli.şöhret ,şan şeref arzusundan tiksinmelidir.

D.hizmette nefse hisse vermemeli.kendini recul-u facir bilmelidir.hizmetteki muvaffakiyetleri şahs-ı maneviye olan ikram-ı ilahi bilmelidir.hizmetteki şevk ve gayreti ikram-i ilahi görmeli.

E.hizmette vazifeyi yapıp ALLAHIN vazifesi olan neticelere karışmamalıdır.hizmette hırs göstermekle beraber neticelere kanaat etmek esastır.hizmette hüsn-ü tesir,kabul kesret-i etba gibi neticeleri düşünmemek gerekirALLAHIN rızası ihlas ile kazanılır fazla başarı ile kazanılmaz.mağlup ta olsa hizmete noksaniyet verilmemelidir.teslimiyet sırrı ile hizmet etmelidir.

F.hizmette riyaset başa olma arzusundan sakınmalı.reis ,yönetici olma şerefini kardeşine bırakmalı.hak yolunda gidenlere refakatle iftihar etmeli.tabi olmayı her zaman metbuiyete tercih etmelidir.hizmetkarlığı makamata tercih etmeli..

G.hizmette rekaet,kıskançlık hislerine girmemli.hak-perest olmalıdır.müslümanların kimden ve nereden olurs olsun istifadelerine tarafdar olmalıdır.rekabet,tarafgirlik ve mübarezeye sevk eden hallerden şiddetle içtinab etmeli kaçınmalıdır.hizmetime yardıma geelnlerle iftihar etmeli onları kıskanmamalı.hizmette sevap hırsı ile kardeşi ile rekabet içine girmemelidir.hakkın hatırını her zaman nefsin hatırna galip etmeli.

H.hizmette ehl-i hak ile ittifak edip ihtilafa girmemelidir."benim mesleğim hakdır,daha güzeldir" diyebilirsin ,ama"hak ve güzel yalnız benimdir" diyemezsin ve dememelisin.mesleğine muhaet yerine başka meslek ve cemaatlere nefret harekatına hakim olmamalı.vesile gaye yerine ikame olunmaz,tüm hak mesleklerle maksatta ittifak etmelidir.üzerinde ittifak edilen ali maksatlara nazar edip teferruattaki tefaviüte önem vermemelidir.

I.hizmette tevazuimahviyet ve terk-i enaniyeti esas almalıdır.enaniyetli hod-furuşlukdan sakınmalı.kendini beğendirme arzusu,şahsına makam verdirmek,hürmet arzusu,şahsi makamların ,hüsnü zanların ilave ettiği meziyetleri  halkın nazarında  korumak için soğuk tekellüflere sıkıntılı vakar ile tasannu içine girmemelidir.halkın hüremt ,takdir ,ikram ve hüsnü zanlarından ürkmelidir.nazar- dikkatleri kendine çekmeye çalışmamalıdır.şahsiyet ve enaniyetini nur şakirtlerini şahsı manevisnde eritmelidir.hodgamlıkla inhisar-i fikirle ,hubbu nefisle hareket etmemelidir.

29 Ağustos 2013 Perşembe

RİSALE-İ NURUN TEBLİĞ VE NEŞİR VAZİFESİ VE DÜSTURLARI



Risale-i Nurdaki Kur’an hakikatlerinin hükümetçe serbestiyeti ve neşrinin ehemniyeti ve maarifte ders verilmesinin lüzumu
Üstad, Risale-i Nuru te'lif ederken, Kur'anın i'cazî lem'aları olan bu eserlerin, her taife-i insaniyede inkişaf edeceğini; dinsizliğin, memleketimizi istilâsına mani olacağını; memleket ve millet için bir sedd-i Kur'anî vazifesini göreceğini; Risale-i Nur hizmetinin umumiyet kesbedip, Türk Milletinin yine İslâmiyetin kahraman bir ordusu ve fedakârı olacağını; Risale-i Nurun neşri ve ileride resmen intişarı, milletçe benimsenmesi ve maarif dairesinin hakikat-ı Kur'aniyeye yapışması neticesi: Maddeten ve manen milletin terakki edeceğini, İslâmiyetin büyük kuvvet bulacağını zikretmiştir. (T:27)
"Risale-i Nur, bu mübarek vatanın mânevî bir halâskârı olmak cihetiyle, şimdi iki dehşetli mânevî belâyı def'etmek için matbuat âlemi ile tezahüre başlamak, ders vermek zamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim.
O dehşetli belâdan birisi: Hıristiyan dînini mağlûb eden ve anarşiliği yetiştiren, şimalde çıkan dehşetli dinsizlik cereyanının bu vatanı mânevî istilâsına mukabil Risale-in Nur, sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur'anî vazifesini görebilir.
İkincisi: Âlem-i İslâmın, bu mübarek vatanın ahalisine karşı pek şiddetli itiraz ve ittihamlarını izale etmek için matbuat lisaniyle konuşmak lâzım gelmiş, diye kalbime ihtar edildi. (Hâşiye 1)
Ben, dünyanın halini bilmiyorum, fakat Avrupa'da istilâkârane hükmeden ve edyan-ı semaviyeye dayanmıyan bu dehşetli cereyanın istilâsına karşı Risale-i Nur hakikatları bir kal'a olduğu gibi âlem-i İslâm'ın ve Asya kıt'asının hâl-i hazırdaki itiraz ve ittihamını izale ve eskideki muhabbet ve uhuvvetini iade etmeğe vesile olan bir mu'cize-i Kur'aniyedir. Bu vatanın, bu milletin vatanperver siyasîleri süratle Risale-i Nur'u tab'ettirerek resmî neşretmeleri lâzımdır ki, bu iki belâya karşı siper olsunlar" (Hâşiye 2).
Said Nursi
 (Hâşiye 1): İşte bu hakikat, Risale-i Nurun -bu mektubun yazılışından on sene sonra- Ankara'da matbaalarda tabedilmesiyle tahakkuk etmiştir.
(Hâşiye 2): Bu, dünya çapındaki büyük şerefe ve en muazzam İslâmî hizmete, ancak yeni hükûmet mazhar olabilmiş; ve büyük bir anlayış göstererek, Risale-i Nurun matbaalarda 1956 senesinde basılmasına sebep olmakla, Millet-i İslamiyenin büyük bir teveccühünü kazanmakla, kuvvetini çok fazla arttırmak muvaffakıyetini elde etmiştir.            (T:493)
...âlem-i İslâmda çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâmın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, bu yirmi sene mahkemeler bir muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraetine karar verdikleri Risale-i Nur'un resmen serbestiyetini dindar Demokratlar ilân etmelidirler. Tâ, bu yaraya bir merhem vurmalı. O vakit âlem-i İslâmın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zalimane kabahatı da onlara yüklenmez fikrindeyim. (EmII:164)
Risale-i Nurların Hükümet eliyle devlet radyolarında ders verilmesi
Türk Milletini ve bu vatan ahalisini ve Âlem-i İslâmı ebede kadar şerefle yaşatacak ve mâzide olduğu gibi istikbalde de, tarihin altın sahifelerine, Kur'an ve İslâmiyet hizmetinde Âlem-i İslâmın pişdarı ve namdar kumandanı olarak kaydettirecek medar-ı iftiharı Risale-i Nurdur. Büyük bir vüs'at ve külliyeti taşıyan ve Anadoluda ve İslâm Âleminde zuhur edip her tarafda hüsn-ü kabule ve te'sire mazhariyetle gittikçe inkişaf ve intişar eden bu eser; Kur'anın malıdır, Âlem-i İslâmın ve ehl-i imanın malıdır ve bu vatan ahalisinin İslâmî bir medar-ı iftiharıdır. Bu memleketde hükmeden bir hükûmetin nokta-i istinadı, hem aynı zamanda bütün dünyaya duyuracağı muazzam hakikatlar manzumesidir ki, inşâallah bir zaman gelip radyo ile bütün âlemlere ders verilecek ve ilân edilecektir. (T:155)
...Risale-i Nurun el yazısiyle neşri senelerinde, evlerinden yedi-sekiz sene çıkmadan Risale-i Nuru yazıp neşredenler olmuştur. O zamanlar, Isparta havâlisinde, erkek, kadın, genç ve ihtiyarlardan binlerce Nur Talebesi, hattâ Nur Dershanesi olan Sav Köyü bin kalemle, senelerce Nur Risalelerini yazıp çoğaltıyorlardı. (Risale-i Nur, te'lifinden yirmi sene sonra, teksir makinesi ile neşredilmiş ve otuz beş sene sonra da matbaalarda basılmaya başlanmıştır. İnşâallah; bir zaman gelecek, Risale-i Nur külliyatı altınla yazılacak ve radyo diliyle muhtelif lisanlarda okunacak ve zemin yüzünü geniş bir dershane-i Nuriyyeye çevirecektir.) (T:163)
      Birinci Nokta: Hava unsurunun yüksek ve ehemmiyetli bir vazifesi ­.............güzel ve manidar ve imanî ve hakikatlı kelimelerin kalem-i kaderin istinsahıyla ve izn-i İlahî ile intişar etmesiyle bütün küre-i havadaki melaike ve ruhanîlere işittirmek ve Arş-ı A'zam tarafına sevketmek için kudret-i İlahî kaleminin mütebeddil bir sahifesi olmaktır. Madem havanın kudsî vazifesinin, hikmet-i hilkatinin en mühimmi budur. Ve rûy-i zemini radyolar vasıtasıyla bir tek menzil hükmüne getirip nev'-i beşere pek büyük bir nimet-i İlahiye olmaktır. Elbette ve elbette beşer bu pek büyük nimete karşı, bir umumî şükür olarak; o radyoları herşeyden evvel kelimat-ı tayyibe olan Kelâmullah'ın, başta Kur'an-ı Hakîm ve hakikatları ve imanın ve güzel ahlâkların dersleri ve beşerin lüzumlu ve zarurî menfaatlerine dair kelimatları olmalı ki o nimete şükür olsun. Yoksa nimet böyle şükür görmezse, beşere zararlı düşer. (EmII:67)
İnşâallah beşer bu hatasını tamir edecek. Ve bütün zemin yüzünü bir meclis-i münevver, bir menzil-i âlî ve bir mekteb-i imanî hükmüne geçirmeğe vesile olan bu radyo nimetine bir şükür olarak beşerin hayat-ı ebediyesine sarfedilecek kelimat-ı tayyibe, beşte dördü olacak.(EmII:68)
Mahkemeler vasıtasıyla bazı makamata ve muhtaçlara Risale-i Nurdaki Kur’an hakikatlarının tebliği ve nazarı dikkatlerinin Ona celbedilmesi
Bu zamanda Nurlarla hizmet-i imaniye, her tarafta ilânatla ve muhtaç olanların nazar-ı dikkatlerini celbetmekle olur. İşte hapsimizle Nurlara nazar-ı dikkat celbolunur, bir ilânat hükmüne geçer. En ziyade muannid veya muhtaç olanlar onu bulur, imanını kurtarır ve inadı kırılır, tehlikeden kurtulur ve Nur'un dershanesi genişlenir. (L:266)
Ya bize bir makineyi siz veriniz veya bize müsaade ediniz, biz celbedeceğiz. Tâ ki hem müdafaatımı, hem Risale-i Nur'un müdafaanamesi hükmündeki risaleyi yeni harfle iki-üç suretini alıp, hem Adliye Vekaletine, hem Heyet-i Vekileye, hem Meclis-i Meb'usana, hem Şûra-yı Devlete göndereceğiz. Çünki iddianamede bütün esas, Risale-i Nur'dur ve Risale-i Nur'a ait dava ve itiraz, cüz'î bir hâdise ve şahsî bir mes'ele değil ki çok ehemmiyet verilmesin. Belki bu milleti ve memleketi ve hükûmeti ciddî alâkadar edecek ve dolayısıyla âlem-i İslâmın nazar-ı dikkatini ehemmiyetli bir surette celbedecek bir küllî hâdise hükmünde ve umumî bir mes'eledir. (Ş:281)

Herhalde bunu yeni hurufla beş-on nüsha çıkarmak lâzımdır, tâ Ankara makamatına gönderilsin. Bizi tahliye ve tecziye etseler de hiç ehemmiyeti yok. Şimdi vazifemiz; o müdafaattaki hakikatları hem hükûmete, hem adliyelere, hem millete bildirmektir. Belki de kader-i İlahî bizi bu dershaneye sevketmesinin bir hikmeti de budur. Mümkün olduğu kadar çabuk makine ile çıksın. Bizi bugün tahliye etseler, biz yine onu bu makamata vermeğe mecburuz. (Ş:489)
...Risale-i Nur'un en mahrem parçaları, en nâmahremlerin ellerine geçmek ve en mütekebbirlerin başlarına vurmak ve en baştakilerin yanlışlarını göstermek için "sırran tenevverat" perdesinden çıktı. Şimdiye kadar mes'ele küçültülmek isteniliyordu. Fakat nasılsa bildiler ki; mes'ele pek büyüktür ve ehemmiyetle celb-i dikkat ise Risale-i Nur'un parlak fütuhatına ve düşmanlarına da hayretle kendini okutmasına yol açar. Hattâ Eskişehir Mahkemesindeki çok mütemerridleri ve mütehayyirleri ve muhtaçları tenvir edip kurtardı, o zahmetimizi rahmete çevirdi. İnşâallah bu defa daha geniş bir sahada, daha çok mahkemeler ve merkezlerde o kudsî hizmeti görecek. Evet Risale-i Nur'un tarz-ı beyanını gören, lâkayd kalamaz. Başka eserler gibi yalnız aklı ve kalbi değil, belki nefsi de ve hissiyatı da müsahhar eder. (Ş:324)
...Risale-i Nur'un mes'elesi; âlem-i İslâmda, hususan bu memlekette küllî bir ehemmiyeti bulunduğundan böyle heyecanlı toplamalar ile umumun nazar-ı dikkatini Nur hakikatlarına celbetmek lâzımdır ki, ümidimizin ve ihtiyatımızın ve gizlememizin ve muarızların küçültmelerinin fevkinde ve ihtiyarımızın haricinde böyle şaşaa ile Risale-i Nur kendi derslerini dost ve düşmana aşikâren veriyor. En mahrem sırlarını en nâmahremlere çekinmeyerek gösteriyor. Madem hakikat budur, biz küçücük sıkıntılarımızı kinin gibi bir acı ilâç bilip sabır ve şükretmeliyiz, "Yâhu bu da geçer" demeliyiz. (Ş:502)
...bu mes'elemizin te'hiri hayırdır. Çünki bütün mekteblerde ve dairelerde ve halkta, o ölmüş dehşetli adamın muhabbeti telkin ediliyor. Bu hal ise, âlem-i İslâma ve istikbale pek elîm ve acı bir tesiri olacaktı. Şimdi ihtiyarımızın haricinde onun mahiyeti ne olduğunu, en başta ve en ziyade alâkadar ve en son ondan vazgeçecek adamların ellerine kat'î hüccetler gösteren ve isbat eden Risale-i Nur geçmesi, kemal-i merak ve dikkatle okunması öyle bir hâdisedir ki; bizler gibi binler adam hapse girse, hattâ i'dam olsalar, Din-i İslâm cihetiyle yine ucuzdur. Hiç olmazsa küfr-ü mutlaktan ve irtidaddan en mütemerridleri bir derece kurtarır, meşkuk bir küfre çıkarır, mağrurane ve cür'etkârane tecavüzlerini ta'dil eder...(Ş:338)
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bir maarif vekili, perdeyi yüzünden kaldırdı ve küfr-ü mutlakı başka bir kisvede gösterdi. Bizim son gönderdiğimiz müdafaatı daha almadan başka saika ile o beyannameyi yazmış. Gerçi ben, o daireye göndermeyi düşünmüyordum; fakat kardeşlerimizin tensibiyle onlara da göndermek hem münasib, hem lâzım olduğunu bu hal gösterdi. Çünki herhalde bu derece ilhadda taassub taşıyan bir vekil, Ankara'ya gönderilen evrak ve mahrem risalelere karşı lâkayd kalmazdı. Birden, doğrudan doğruya cerhedilmez müdafaatlar başına vuruldu, çok iyi oldu. İnşâallah o dairede dahi Risale-i Nur lehinde kuvvetli bir cereyan uyandıracak.
Kardeşlerim! Madem bir kısmın mahiyetleri bu tarzdır; onlara, o kısma teslim olmak, bir nevi intihardır; İslâmiyetten pişman olmaktır, belki dinden insilah etmektir. Çünki o derece ilhadda taassub etmiş ki; bizim gibilerden yalnız teslimiyetle ve tasannu' ile razı olmuyorlar. "Kalbini ve vicdanını bırak, yalnız dünyaya çalış" derler. İşte bu vaziyete karşı inayet-i Rabbaniyeye dayanıp metanet ve sabır ve tevekkül ederek dört sandık Risale-i Nur eczaları o merkeze yetişip, kuvvetli hakikatlar ile galebe çalmasına dua etmekten başka çare yoktur. Biz birbirimizden çekinmekle ve gücenmekle ve Risale-i Nur'dan çekilmekle ve onlara teslim ve hattâ iltihak etmekle faide vermediği şimdiye kadar tecrübe edildi. Hem hiç merak etmeyiniz. O vekilin o farfaralı telaşı, za'fına ve tam korkusuna delalet eder. Tecavüze değil, belki tedafüe mecburiyeti bildiriyor. (Ş:334)
...hüsn-ü kabul ve hüsn-ü tesir ve teveccüh-ü nâsı kazanmak noktalarının Cenab-ı Hakk'ın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve kendi vazifesi olan tebliğde dâhil olmadığını ve lâzım da olmadığını ve onunla mükellef olmadığını bilmekle ihlasa muvaffak olur. Yoksa ihlası kaçırır.(L:150)
Vazifei İlahiyeye karışmamak ve lisanı hal ile ders vermek
...biz bir vazife-i imaniye ve uhreviye ile bu sıkıntılı imtihana girdik. Evet yirmi-otuzdan ancak bir-ikisi ta'dil-i erkân ile namazını kılan mahbuslar içinde birden Risale-i Nur şakirdlerinden kırk-ellisi umumen bilâ-istisna mükemmel namazlarını kılmaları, lisan-ı hal ile ve fiil diliyle öyle bir ders ve irşaddır ki, bu sıkıntı ve zahmeti hiçe indirir, belki sevdirir. Ve şakirdler ef'alleriyle bu dersi verdikleri gibi, kalblerindeki kuvvetli tahkikî imanlarıyla dahi buradaki ehl-i imanı ehl-i dalaletin evham ve şübehatından kurtarmalarına medar çelikten bir kal'a hükmüne geçeceğini rahmet ve inayet-i İlahiyeden ümid ediyoruz.
Buradaki ehl-i dünyanın bizi konuşmaktan ve temastan men'leri zarar vermiyor. Lisan-ı hal, lisan-ı kalden daha kuvvetli ve tesirli konuşuyor... (Ş:306)
...Senin mektubunda benim istirahatimi ve eğer iktidarım olsa, benim Şam ve Hicaz tarafına gitmeme dair sizin hükûmet-i hazıraya müracaat maddesi ise:
Evvelâ: Biz, imanı kurtarmak ve Kur'ana hizmet için, Mekke'de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünki en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara mübtela olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin imanına ve saadetine hizmet için burada kalmağa Kur'andan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz. (Em:195)
Kur'anın feyzinden gelen ve i'caz-ı manevîsinin lemaatı olan ve hakikatlarının tefsiri bulunan ve tılsımlarını açan Risale-i Nur'un revacını ve herkesin ona ihtiyacını hissetmesini ve pek yüksek kıymetini herkes takdir etmesini ve onun pek zahir manevî keramatını ve iman noktasında zındıkanın bütün dinsizliklerini mağlub ettiklerini ve edeceklerini bildirmek, göstermek istiyoruz ve onu rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz. (Em:195)
Tebliğ vazifesinde ve ilmi mübaheselerde münakaşaları terketmek
Eğirdir'de bir münakaşa-i ilmiye işittim. O münakaşa, hususan şu zamanda yanlıştır. Hattâ münakaşayı bilmiyordum. Benden de sual edildi. Mu'teber bir kitabda, Hadîs-i Şeyheyn'in ittifakına alâmet olan »öişaretiyle bir hadîs bana gösterildi. "Hadîs midir, değil midir?" sual edildi. Ben dedim: Böyle mu'teber bir kitabda, Şeyheyn Hadîsinin ittifakına hükmeden bir zâta itimad etmek lâzım; demek hadîstir.
Fakat hadîsin, Kur'an gibi bazı müteşabihatı var. Ancak havas onların manalarını bulabilir. Şu hadîsin zahiri dahi, müşkilât-ı hadîsin müteşabihat kısmından olmak ihtimali var, dedim. Eğer bilseydim medar-ı münakaşa olmuş, öyle kısa değil, belki böyle cevab verecektim:
Evvelâ: Bu çeşit mesaili münakaşa etmenin birinci şartı; insaf ile, hakkı bulmak niyetiyle, inadsız bir surette, ehil olanların mabeyninde, sû'-i telakkiye sebeb olmadan müzakeresi caiz olabilir. O müzakere hak için olduğuna delil şudur ki: Eğer hak, muarızın elinde zahir olsa, müteessir olmasın, belki memnun olsun; çünki bilmediği şey'i öğrendi. Eğer kendi elinde zahir olsa, fazla birşey öğrenmedi, belki gurura düşmek ihtimali var.
Sâniyen: Sebeb-i münakaşa, eğer hadîs ise; hadîsin meratibini ve vahy-i zımnînin derecatını ve tekellümat-ı Nebeviyenin aksamını bilmek lâzım. Avam içinde müşkilât-ı hadîsiyeyi münakaşa etmek, izhar-ı fazl suretinde avukat gibi kendi sözünü doğru göstermek ve enaniyetini, hakka ve insafa tercih etmek suretinde deliller aramak caiz değildir. Madem şu mes'ele açılmış, medar-ı münakaşa edilmiş, bîçare avam-ı nâsın zihninde sû'-i tesir ediyor. Çünki şu gibi müteşabih hadîsleri aklına sığıştıramadığı için; eğer inkâr etse dehşetli bir kapı açar, yani küçücük aklına sığışmayan kat'î hadîsleri dahi inkâra yol açar. Eğer zahir-i hadîsin manasını tutarak öyle kabul edip neşretse, ehl-i dalaletin itirazatına ve "hurafattır" demelerine yol açar. (M:350)
...dakik mesail-i imaniyeyi, mizansız mücadele suretinde cemaat içinde bahsetmek caiz değildir. Mizansız mücadele olduğundan, tiryak iken zehir olur. Diyenlere, dinleyenlere zarardır. Belki böyle mesail-i imaniyenin itidal-i demle, insafla, bir müdavele-i efkâr suretinde bahsi caizdir..(M:45)
Senin üzerine haktır ki: Her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı. Fakat her doğruyu demek doğru değildir. Zira senin gibi niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihatı bazan damara dokundurur, aks-ül amel yapar.(M:265)
Aziz sıddık kardeşim!
Şiddetli bir ihtar ile bildim ki, sen ve Ahmed Feyzi Nur'un mesleği olan mübareze etmemek ve ehl-i dünya ile uğraşmamak ve siyasete girmemek ve yalnız lüzum-u kat'î olduğu zaman kısaca müdafaa etmek haricinde, pek ziyade ve zararlı mübarezekârane ve siyasetvari mahkemedeki okuduğunuz parçalar Nurlara çok zarar vermiş...(Ş:537)
Kardeşlerim! Çok dikkat ve ihtiyat ediniz. Sakın sakın hocalarla münakaşa etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar musalahakârane davranınız, enaniyetlerine dokunmayınız, bid'at tarafdarı da olsa ilişmeyiniz. Karşımızda dehşetli zındıka varken, mübtedilerle uğraşıp onları dinsizlerin tarafına sevketmemek gerektir. Eğer size ilişmek için gönderilmiş hocalara rastgelseniz, mümkün olduğu kadar münazaa kapısını açmayınız.(Em:133)
Vazifemiz, ihlas ile ve sebat ve tesanüdle ve mümkün olduğu kadar ihtiyat ile "sırran tenevverat" irşad-ı Alevîyi fiilen tasdik etmek, ona göre hareket etmektir. Yoksa, muarızlara mukabele etmek ve onların hücumundan telaş etmek değil. Muvaffakıyet ve fütuhat-ı Nuriye ve revaç ile intişarı ise, vazife-i İlahiyedir. Vazifemizi yapıp, vazife-i İlahiyeye karışmamak gerektir...(Em:212)
...Hem belki karşımıza aldanmış veya aldatılmış bazı hocalar ve şeyhler ve zahirde müttakiler çıkartılır. Bunlara karşı vahdetimizi, tesanüdümüzü muhafaza edip onlar ile uğraşmamak lâzımdır, münakaşa etmemek gerektir. (Ş:315)
En müdhiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinad eden tenkiddir. Tenkidi eğer insaf işletirse, hakikatı rendeçler. Eğer gurur istihdam etse tahrib eder, parçalar. O müdhişin en müdhişidir ki, akaid-i imaniyeye ve mesail-i diniyeye girse. Zira iman hem tasdik, hem iz'an, hem iltizam, hem teslim, hem manevî imtisaldir. Şu tenkid; imtisali, iltizamı, iz'anı kırar. Tasdikte de bîtaraf kalır. Şu zaman-ı tereddüd ve evhamda, iz'an ve iltizamı tenmiye ve takviye eden nuranî sıcak kalblerden çıkan müsbet efkârı ve müşevvik beyanatı, hüsn-ü zan ile temaşa etmek gerektir. "Bîtarafane muhakeme" dedikleri şey, muvakkat bir dinsizliktir. Yeniden mühtedi ve müşteri olan yapar.(H:140)
İ'lem Eyyühel-Aziz! Ehl-i ilhad ile ve bilhassa Avrupa mukallidleriyle münazara ile iştigal edenler büyük bir tehlikeye maruzdurlar. Çünki nefisleri tezkiyesiz ve emniyetsiz olması ihtimaliyle tedricen hasımlarına mağlub olur ki, bîtarafane muhakeme denilen münsifane münazarada nefs-i emmareye emniyet edilemez. Çünki insaflı bir münazır, hayalî bir münazara sahasında, arasıra hasmının libasını giyer, ona bir dâva vekili olarak onun lehinde müdafaada bulunur. Bu vaziyetin tekrarıyla, dimağında bir tenkid lekesinin husule geleceğinden, zarar verir. Lâkin niyeti hâlis olur ve kuvvetine güvenirse, zararı yoktur. Böyle vaziyete düşen bir adamın çare-i necatı, tazarru' ve istiğfardır. Bu suretle o lekeyi izale edebilir. (Ms:112)
Kendilerine hakikatlerin verilmesi icab eden kimseler
Diyorlar ki: Madem sizin elinizdeki nurdur, topuz değildir; nura karşı muaraza edilmez ve nurdan kaçılmaz ve nurun izharından zarar gelmez. Neden arkadaşlarınıza ihtiyatı tavsiye ediyorsunuz? Çok nurlu risaleleri halklara gösterilmesini men'ediyorsunuz?
Bu suale karşı cevabın muhtasar meali şudur ki: Başlardaki başların çoğu sarhoş, okumaz. Okusa da anlamaz. Yanlış mana verip ilişir. İlişmemesi için, aklı başına gelinceye kadar göstermemek lâzım geliyor. Hem çok vicdansız insanlar var ki, garaz veya tama' veyahud havf cihetiyle nuru inkâr eder veya gözünü kapar. Onun için kardeşlerime de tavsiye ediyorum ki: İhtiyat etsinler, nâ-ehillerin eline hakikatları vermesinler. Hem ehl-i dünyanın evhamını tahrik edecek işlerde bulunmasınlar. (Haşiye)
(Haşiye): Ciddî bir mes'eleye vesile olabilecek bir latife: Dünkü gün sabahleyin bir dostumun damadı Mehmed yanıma geldi. Mesrurane, beşaretkârane dedi ki: "Senin bir kitabını Isparta'da tab'etmişler, çoklar okuyorlar." Ben dedim: "O, yasak olan tab' değil belki müstensihle bazı nüshalar alınmış ki hükûmet ona birşey demez." Hem dedim: "Sakın bunu senin dostun olan iki münafığa söyleme. Onlar böyle birşey arıyorlar ki, bahane etsinler." İşte kardeşlerim, bu adam çendan bir dostumun damadıdır; o münasebetle benim de ahbabım sayılır. Fakat berberlik münasebetiyle vicdansız muallim ve münafık müdürün dostudur. Orada kardeşlerimizden birisi bilmeyerek öyle söylemiş. İyi oldu ki, en evvel geldi, bana haber verdi. Ben de tenbih ettim, fenalığın önü alındı. Ve teksir makinası binler nüshaları bu perde altında neşretti. (L:105)
İhvanlarıma da tavsiyem budur ki: Zaruret-i kat'iyye olmadan, bunlarla uğraşmayınız. "Cevab-ül ahmakı essükût" nev'inden, tenezzül edip onlarla konuşmayınız. Fakat buna dikkat ediniz ki: Canavar bir hayvana karşı kendini zaîf göstermek, onu hücuma teşci' ettiği gibi; canavar vicdanı taşıyanlara karşı dahi dalkavukluk etmekle za'f göstermek, onları tecavüze sevkeder. Öyle ise dostlar müteyakkız davranmalı, tâ dostların lâkaydlıklarından ve gafletlerinden, zındıka taraftarları istifade etmesinler. (M:361)
Sual: Madem Kur'an-ı Hakîm'in feyziyle ve nuruyla en mütemerrid ve müteannid dinsizleri ıslah ve irşad etmeye Kur'anın himmetine güveniyorsun. Hem bilfiil de yapıyorsun. Neden senin yakınında bulunan bu mütecavizleri çağırıp irşad etmiyorsun?
Elcevab: Usûl-ü şeriatın kaide-i mühimmesindendir: ........yani: "Bilerek zarara razı olana şefkat edip lehinde bakılmaz." İşte ben çendan Kur'an-ı Hakîm'in kuvvetine istinaden dava ediyorum ki: "Çok alçak olmamak ve yılan gibi dalalet zehirini serpmekle telezzüz etmemek şartıyla, en mütemerrid bir dinsizi, birkaç saat zarfında ikna etmezsem de, ilzam etmeye hazırım." Fakat nihayet derecede alçaklığa düşmüş bir vicdan ki, bilerek dinini dünyaya satar ve bilerek hakikat elmaslarını pis, muzır şişe parçalarına mübadele eder derecede münafıklığa girmiş insan suretindeki yılanlara hakaiki söylemek; hakaike karşı bir hürmetsizliktir.... Çünki bu işleri yapanlar, kaç defa hakikatı Risale-i Nur'dan işittiler. Ve bilerek, hakikatları zındıka dalaletlerine karşı çürütmek istiyorlar. Böyleler, yılan gibi zehirden lezzet alıyorlar.(M:362)

"Başkasının dalaleti sizin hidayetinize zarar etmez. Sizler lüzumsuz onların dalaletleriyle meşgul olmazsanız." Düsturun manası: "Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz. Ona şefkat edip acınmaz." Madem bu âyet ve bu düstur bizi, zarara bilerek razı olanlara acımaktan men'ediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun haricindekileri malayani bilip, vaktimizi zayi' etmemeliyiz. (Em:44)
...yirmi senedir dünya ile alâkasını kesen ve manen yirmi seneden beri ölmüş bir adam, yeniden dirilip, faidesiz kendine çok zararlı olarak hayat-ı siyasiyeye girerek sizin ile uğraşmaz; bu halde onun muhalefetinden tevehhüm etmek, divaneliktir. Divanelerle ciddî konuşmak dahi bir divanelik olmasından, sizin gibilerle konuşmayı terkediyorum. (Ş:291)
...Kur'an-ı Hakîm'in sadık bir hizmetkârı, ne kadar âdi olursa olsun Kur'an namına, en büyük insanlara emirlerini çekinmeyerek tebliğ eder ve en zengin ruhlu olanlara Kur'anın âlî elmaslarını yalvararak mütezellilane değil, belki müftehirane ve müstağniyane satar. Onlar ne kadar büyük olursa olsun, o âdi hizmetkâra, vazife başında iken tekebbür edemezler. Ve o hizmetkâr dahi, onların ona müracaatında, kendine medar-ı gurur bulamaz.. ve haddinden tecavüz etmez..(M:354)
...kibir ve gururları onları nihayet derecede ahmaklaştırmış ki, bir sineğe, bir mikroba karşı mağlub bir âciz-i mutlakı, bir Kadîr-i Mutlak zannederler. Madem bu derece akıldan, insaniyetten sukut etmişler. Hayvandan, belki cemadattan daha aşağıdırlar. Öyle ise, bunların inkârlarından müteessir olma. Bunları dahi, bir nevi muzır hayvan ve pis maddeler sırasına say. Bakma, ehemmiyet verme. (S:387)
...Cenab-ı Hak tarafından verilen maldan hem bereket, hem fakirlerin hased ve beddualarından kurtulmak için, ya on'dan veya kırk'tan birisini kendi fakirlerine vermek ağır bir şey midir ki, emr-i zekatı ağır görüp İslâmiyetten çekiniyorlar? Bunların tekzibleri ehemmiyetsiz olmakla beraber, hakları tokattır. Cevab vermek değil...(S:388)
...sinek kanadından tâ semavat kandillerine kadar o derece ince bir intizam gözetilmiş ki, sinek kanadı kadar şirke yer bırakılmamış. Madem bunlar bu derece hilaf-ı akıl ve hikmet ve münafî-i his ve bedahet hareket ediyorlar. Onların tekzibleri seni tezkirden vazgeçirmesin."(S:389)
Evvelâ bilinmesi lâzımdır ki; Kur'an-ı Kerim'in i'caz ve nazmında şekk ve şübheleri îka' eden fâsıkların bilhassa bu makamda, bu cümlede mezkûr sıfatlar ile tavsifleri, pek yüksek ve latif bir münasebeti taşıyor. Evet sanki Kur'an-ı Kerim diyor ki: "Kur'an-ı ekber denilen kâinatın nizamında kudret-i ezeliyenin i'cazını göremeyen veya görmek istemeyen o fâsıkların; Kur'an-ı Kerim'in de nazm u i'cazında tereddüdleri ve kör gözleriyle i'cazını göremeyip inkâr etmeleri, baid ve garib değildir. Zira onlar, kâinattaki nizam ve intizamı tesadüfe ve tahavvülât-ı garibeyi ve inkılabat-ı acibeyi abesiyete ve tesadüfe isnad ettiklerinden, bozulmuş olan ruhlarının gözünden o nizam tesettür edip görünmediği gibi, pis fıtratlarıyla da, Kur'anın mu'ciz olan nazmını karışık, mukaddemelerini akîm, semerelerini acı gördüler. (İŞ:173)
Evet fıskla bozulan bir adam, bataklığa düşüp çıkamıyan bir şahıs gibi çokların da o bataklığa düşmelerini istiyor ki, maruz kaldığı o dehşetli halet, bir parça hafif olsun. Çünki musibet umumî olursa, hafif olur. Ve keza bir şahsın kalbinde bir ihtilâl, bir fenalık hissi uyanırsa; yüksek hissiyatı, kemalâtı sukut etmeye başlar; kalbinde tahribata, fenalığa bir meyil, bir zevk peyda olur. Yavaş yavaş o meyil kalbinde büyür; sonra o şahıs bütün lezzetini, zevkini tahribatta, fenalıkta bulur. (İŞ:174)

...Hem müşterileri de aramağa mecbur değiliz, müşteriler yalvarmalı.
O kardeşimiz, hakikaten hâlis ve tam sadık. Kalemi gibi, kalbi, ruhu da güzel. Fakat birden herşeyi mükemmel ister, onun için biraz sıkıntı çeker. (K:242)
Nurcular, müşterileri ve kendilerine taraftarları aramaya kendilerini mecbur bilmiyorlar. "Vazifemiz hizmettir, müşterileri aramayız, onlar gelsinler bizi arasınlar, bulsunlar." diyorlar. Kemmiyete ehemmiyet vermiyorlar. Hakikî ihlası taşıyan bir adamı, yüz adama tercih ediyorlar. (EmII:170)
Aziz kardeşim!
Senin mektublarını iyi gördüm. Fakat şimdiki gazeteciler ve baştakiler, hakikatları tam takdir edemiyorlar. Hem Risale-i Nur yalvarmaz, onlar yalvarmalı ve aramalı; ve kıymetini takdir edip müşteri olduktan sonra onların yardımını kabul eder.(Em:109)
İstanbul'daki Amerika sefiri vasıtasıyla Amerika'daki müslüman heyetine Zülfikar'ı ve bir Asâ-yı Musa'yı göndermesini isteyen o dostumuz ve kardeşimize deyiniz ki: Sefirlerin kafası siyasetle meşgul olduğundan ve Risale-i Nur siyasetle alâkası olmadığından, siyasî bir kafa çabuk takdir edemiyor. Hem Risale-i Nur, müşterileri aramaz; müşteriler onu aramalı, yalvarmalı. Amerika, buranın en küçük bir havadisini merakla takib ettiği halde; buranın en büyük bir hâdisesi olan Risale-i Nur'u elbette arayacaktır.(Em:223)
Risale-i Nuru, hariç memleketlere neşretmek ve takdir edenlere vermek
Sâniyen: Nurs köyü ve Nursî lâkabımla ve Nurlarla münasebetdar üniversite mektebinin pek gayretli bir Nurcusu ve bir Abdurrahman ve bir Salahaddin kabiliyetinde Mustafa Oruc'a evvelce eski harfle gönderdiğimiz mecmualardan sonra, yeni harfle sekiz-dokuz parçayı da, onun istemesi ve "Üniversite talebeleri çok muhtaç ve müştaktır" demesi üzerine gönderdik. Fakat o genç şakirdin tecrübesi az olmasından, Nurların himayesine kâfi gelmediğinden ve lâyık ellere vermek ve muattal kalmamak için, Nur şakirdleri hususan İstanbul'a yakın olan veya uğrayan veyahud İstanbul'un içinde bulunanlar, Nur'un neşir ve himayesinde ona yardım etmek lâzımdır. (EmI:188)
Sâniyen: Mesleğime ve Risale-i Nur'dan aldığım dersime bütün bütün muhalif olarak ve on seneden beri fâni dünyanın geçici, ehemmiyetsiz hâdiselerine bakmamak olan bir düstur-u hayatıma da münafî olarak, sırf senin hatırın ve merak ettiğin ve bu defaki uzun mektubun için vaziyetime ve zalimlerin işkencelerine ait birkaç maddeyi beyan edeceğim.(EmI:193)
Sâlisen : Risale-i Nur; hacılarla hariç âlem-i İslâm'a yayılıyor; kendi kendini lâyık ellere yetiştiriyor. Ve Şam'a el yazısı ile gönderdiğimiz Asâ-yı Mûsa ve Zülfikarı, hey'et-i ilmiye onbeş gün tedkik etmiş; tam takdir etmelerine alâmet olarak demişler: "Biz bunu mecmualar halinde kısım kısım tab'edelim. Hem bunu birden tab'etmeğe çok para lâzım."(T:518)
Nazif kardeşimizin mektubu, ehemmiyetlidir. Hakikaten Amerika'da, siyasete âlet değil; belki dini, din için mutaassıbane iltizam edenler çok vardı. İnşâallah Asâ-yı Musa'yı alan, o dindarlardandır. Keçeli Salahaddin tam bir Abdurrahman'dır, kahramanlıkta babasından geri kalmak istemiyor. Bizi de arasıra âdetimize muhalif olarak dünyaya baktırıyor. Eğer o Amerika'lı ehemmiyetli âlim bütün Risale-i Nur'u istese ve neşrine söz verse, sizin meşveretinizle bir mükemmel takım ona vereceğiz (Em:158)
Sâlisen: Ben ikisini Câmi-ül Ezher ülemasına, ikisini Medine-i Münevvere'nin Ravza-i Mutahhara civarındaki âlimlerine, ikisini de Şam-ı Şerif heyet-i ülemasına göndermek üzere üç Asâ-yı Musa, üç Zülfikar'ı hazırladım. Başlarında, evvelce Câmi-ül Ezher ülemasına hitaben size gönderdiğimiz bir mektub dercedilmiştir. Mümkün olduğu kadar çabuk göndereceğiz inşâallah. (Em:238)
Ravza-i Mutahhara (Alâ Sahibihâ efdal-üs salâti ve-s selâm) civarındaki mübarek heyet-i ülemaya takdim edilen, Asâ-yı Musa ve Zülfikar Risalesi'dir. Hem bir vesile-i şefaat, hem kudsî yerde hayırlı dualarına mazhar olmak için müellifin bedeline o mübarek yerleri ve elleri ziyaret etmek için gönderilmiştir.
Bu fıkra, yalnız Şam, Mısır ve Hind'e gidenlerden Ravza-i Mutahhara yerinde Câmi-ül Ezher ve Şam ve Hind cemaat-ı İslâmiyesine yazılmış. Aynen hem dört Zülfikar, hem dört Asâ-yı Musa başlarında yazdık, ikişer nüsha olarak hem Mısır Câmi-ül Ezher, hem Şam ülemasına, hem Hindistan'da iki milyon liraya mukabil Kur'anları isteyen heyete gönderdik.(EmI:240)
Salahaddin'in mektubu, birkaç cihette ehemmiyetlidir. Amerika âlimleri, elbette Asâ-yı Musa Risalesi'ne lâkayd kalmayacaklar. Eğer dini, din için seven kısmının ellerine geçse, fütuhat yapar. Yoksa bazı enaniyetli hocalarımız gibi, kıskançlık damarıyla neşrine ve tervicine çalışmaları meşkuktur. Her ne ise.. inayet-i İlahiye'ye havaledir.(Em:160)
İHLASA MÜNAFİ MAKAMLAR VE TARAFGİRLİK GİREN VASITALAR YOLUYLA TEBLİĞ VE İRŞADIN İTİMAD VE TESİRİ OLMADIĞINA VE HAKİKATI NEŞİR VE TEBLİĞ EDENLERİN HER TÜRLÜ MADDİ VE MANEVİ MENFAATLERİ TERKETMELRİ LAZIM GELDİĞİNE DAİR BAHİSLERDİR
...Nur Risalelerinin ve Nurcuların siyasetle alâkaları yok ve Risale-i Nur, rıza-i İlahîden başka hiç bir şeye âlet edilmediğinden, mümkün olduğu kadar Risale-i Nur'un mensubları, içtimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Yalnız Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler iman hakikatlarını ehl-i dalaletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz, fakat siyaset noktasında değil. Çünki iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost düşman derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği, bu manayı zedeler. İhlas kırılır. (Em:36)
...benim ve Nur şakirdlerinin namına şimdi bu mecmuaları göndermek, herhalde inkişafa başlayan İslâm birlik fikri ve ittihad-ı İslâm siyaseti, Risale-i Nur'u kendine bir kuvvet, bir âlet yapmağa çalışacaktı ve bizleri siyaset-i İslâmiyeye bakmağa mecbur edecekti. Halbuki Risale-i Nur'un mesleğindeki sırr-ı ihlas; iman, Kur'an hakikatlarından başka hiçbir şeye âlet, tâbi' olmadığı...
Hem müşterileri aramak değil, belki müşteriler hakikî ihtiyacını hissedip ve yarasının tedavisi için Risale-i Nur'u aramasının lüzumu... Halbuki gönderilecek o mübarek merkezler, şimdilik Nurlara hakikî ihtiyacını değil, belki âlem-i İslâm'ın hayat-ı diniyesine ait cihetlerinden düşünmeğe mecbur olması...
Hem Nur mesleğinde benlik ve gösteriş, bir nevi şöhretperestlik merdud olduğundan, bu enaniyet zamanında insanlara kendini satmağa çalışmak ve beğendirmek, bir anda Nur şakirdleri böyle büyük bir imtiyaz gibi bu eserlerle meşhur mevkilere kendilerini göstermek bir nevi gösteriş olması cihetiyle, Kader-i İlahî Nur şakirdlerini tam ihlasın muhafazası için şimdilik müsaade etmiyor. (EmI:257)
Mühim bir suale hakikatlı bir cevabdır.
Büyük memurlardan birkaç zât benden sordular ki: "Mustafa Kemal sana üçyüz lira maaş verip, Kürdistan'a ve vilayat-ı şarkıyeye, Şeyh Sünusî yerine vaiz-i umumî yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin, ihtilâl yüzünden kesilen yüzbin adamın hayatlarını kurtarmaya sebeb olurdun?" dediler.
Ben de onlara cevaben dedim ki: Yirmişer-otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi o adamlar için kurtarmadığıma bedel, yüzbinler vatandaşa, herbirisine milyonlar sene uhrevî hayatı kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur, o zayiatın yerine binler derece iş görmüş. Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye âlet olamayan ve tâbi' olmayan ve sırr-ı ihlası taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi. (EmI:11)
Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikata muhtaçtırlar ki; kâinatta hiçbir şeye âlet ve tâbi' ve basamak olamaz ve hiç bir garaz ve maksad onu kirletemez ve hiçbir şübhe ve felsefe onu mağlub edemez bir tarzda iman hakikatlarını ders versin. Umum ehl-i imanın bin seneden beri teraküm etmiş dalaletlerin hücumuna karşı imanları muhafaza edilsin.
İşte bu nokta içindir ki, dâhilî ve haricî yardımcılara ve ehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermiyor, onları arayıp tâbi' olmuyor.. tâ avam-ı ehl-i imanın nazarında, hayat-ı dünyeviyenin bazı gayelerine basamak olmasın ve doğrudan doğruya hayat-ı bâkiyeden başka hiçbir şeye âlet olmadığından, fevkalâde kuvveti ve hakikatı, hücum eden şübheleri ve tereddüdleri izale eylesin. (EmI:74)
...Amma Kur'an ve imanın hizmeti ne için beni men'ediyor dersen, ben de derim ki: Hakaik-i imaniye ve Kur'aniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyaset ile âlûde olsa idim; elimdeki o elmaslar iğfal olunabilen avam tarafından, "Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?" diye düşünürler. O elmaslara, âdi şişeler nazarıyla bakabilirler. O halde ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer.(M:63)
Uzun seneler ihtiyarım haricinde olarak hizmet-i imaniyemi maddî ve manevî kemalât ve terakkiyatıma ve azabdan ve Cehennem'den kurtulmama ve hattâ saadet-i ebediyeme vesile yapmaklığıma, yahut herhangi bir maksada âlet yapmaklığıma manevî gayet kuvvetli manialar beni men' ediyordu. Bu derunî hisler ve ilhamlar beni hayretler içinde bırakıyordu. Herkesin hoşlandığı manevî makamatı ve uhrevî saadetleri, a'mal-i sâliha ile kazanmak ve bu yola müteveccih olmak hem meşru hakkı olduğu, hem de hiç kimseye hiç bir zararı bulunmadığı halde ben ruhen ve kalben men' ediliyordum. Rıza-yı İlahîden başka fıtrî vazife-i ilmiyenin sevkiyle, yalnız ve yalnız imana hizmet hususu bana gösterildi. Çünki şimdi bu zamanda hiçbir şeye âlet ve tâbi' olmayan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i imaniyeyi fıtrî ubudiyetle, bilmeyenlere ve bilmek ihtiyacında olanlara tesirli bir surette bildirmek; bu keşmekeş dünyasında, imanı kurtaracak ve muannidlere kat'î kanaat verecek bir tarzda; yani hiç bir şeye âlet olmayacak bir tarzda, bir Kur'an dersi vermek lâzımdır ki; küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inadçı dalaleti kırsın, herkese kat'î kanaat verebilsin. Bu kanaat da bu zamanda, bu şerait dâhilinde, dinin hiçbir şahsî, uhrevî ve dünyevî, maddî ve manevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle husule gelebilir. (EmII:79)
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Gerçi şimdi ayrı ayrı kasabalarda kardeşlerimi görüp, Nur hizmetinde bir cihette yardım etmek için, beş kardeşimizin benim için minnetsiz olarak aldıkları otomobil, bir cihette kırkbin lira kadar faidesi ve lüzumu varken, kabul etmediğimden zahirî bir zarar zannedildi. Fakat neticesinde Nur şakirdlerinin ellerinde kat'î bir hüccet oldu ki, dünya için ilme ve dine zaruret var diye zarar veren mu'teriz hocaları ve siyasîleri; Risale-i Nur'un yüksek hakikatı, dünyanın hiç bir menfaatına tenezzül edip âlet olmadığını kat'î bir surette bu hâdise ile bir hüccet olarak; onları ilzam etmesine kuvvetli bir sened olan hârika kerametinden daha kuvvetli bir bürhan hükmüne geçti. Hattâ çok evham eden ve Nur'dan kaçan ve Nur'un dünyanın hiçbir şeyine tenezzül etmediğine inanmayan bir kısmı, şimdi kemal-i teslimiyetle Nurların hakikatına ve herşeyin fevkinde olduğunu teslime mecbur oluyor. Demek o zararı da, inayet-i Hak, hakkımızda ehemmiyetli bir rahmete çevirdi.
(Haşiye): Otomobil satıldıktan sonra yine onun fiatından üçbin lira Emirdağı'na gönderilmişti ki, Risale-i Nur'un hizmetinde sarfedilsin. Ben de telgraf havalesiyle, sahiblerine gönderdim. Bugün işittim ki, bu hâdiseyi dost memurlar muarızlara karşı demişler: Üçbin-beşbin liraya tenezzül etmeyen bir adam, bu zamanda en ziyade itimad edilebilir bir adamdır ki, hiçbir şey onu alâkadar etmiyor. (EmI:234)
Çok rica ederim ki gücenmeyiniz, hediyeyi kabul edemedim. Adem-i kabulün esbabı çoktur. En mühim bir sebeb, benim kardeşlerim ve talebelerimle olan münasebetin samimiyetini ve ihlası zedelememektir. Hem iktisad, bereket ve kanaat sayesinde, şiddetli ihtiyacım olmadığı halde, dünya malına el uzatmak elimde değil, ihtiyarım haricindedir. Hem bir misal ile ince bir sebebi anlatacağım:
Mühim bir tüccar dostum otuz kuruşluk bir çay getirdi, kabul etmedim.
"İstanbul'dan senin için getirdim, beni kırma" dedi. Kabul ettim, fakat iki kat fiatını verdim.
Dedi: "Ne için böyle yapıyorsun, hikmeti nedir?"
Dedim: Benden aldığın dersi, elmas derecesinden şişe derecesine indirmemektir. Senin menfaatın için, menfaatımı terkediyorum. Çünki dünyaya tenezzül etmez, tama' ve zillete düşmez, hakikat mukabilinde dünya malını almaz, tasannua mecbur olmaz bir üstaddan alınan ders-i hakikat elmas kıymetinde ise.. sadaka almaya mecbur olmuş, ehl-i servete tasannua muztar kalmış, tama' zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş, sadaka verenlere hoş görünmek için riyakârlığa temayül etmiş, âhiret meyvelerini dünyada yemeğe cevaz göstermiş bir üstaddan alınan aynı ders-i hakikat, elmas derecesinden şişe derecesine iner. İşte sana manen otuz lira zarar vermekle, otuz kuruşluk menfaatımı aramak, bana ağır geliyor ve vicdansızlık telakki ediyorum. Sen madem fedakârsın; ben de o fedakârlığa mukabil, menfaatınızı menfaatıma tercih ediyorum, gücenme! O da bu sırrı anladıktan sonra kabul etti, gücenmedi. (B:122)
...Ben kendim, şahsımın çürük olduğunu yüz defa söylediğim ve aleyhimde olanlar her vesile ile yine şahsımı çürüttükleri halde, ehl-i siyaseti evhamlandıracak derecede teveccüh-ü âmmeye karşı faide vermediğinin sebebi: İmanın kuvvetlenmesi için bu zamanda ve bu zeminde gayet şiddetli bir ihtiyac-ı kat'î ile ders-i dinde bazı şahıslar lâzımdır ki, hakikatı hiç bir şeye feda etmesin, hiç bir şeye âlet etmesin. Nefsine hiç bir hisse vermesin. Tâ ki, imana dair dersinden istifade edilsin, kanaat-ı kat'iyye gelsin.(Ş:397)
Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdi'nin o vazifesini bizzât kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünki hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tedkikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir proğram yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar. (EmI:266)
Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki, bu zamanda Risale-i Nur'da, nokta-i istinad olarak avam-ı mü'minînin en ziyade muhtaç oldukları ve Nur'da buldukları öyle bir hakikattır ki; hiçbir şeye âlet olmayacak ve hiçbir garaz ve maksad içine girmeyecek ve hiçbir şübhe ve vesveseye meydan vermeyecek ve hiçbir düşman ona bahane bulup çürütmeyecek ve yalnız hak ve hakikat için ona çalışanlar bulunacak; dünya maksadları ona karışmayacak; tâ ki, uzakta olan ehl-i iman, o hakikata ve sadık naşirlerine tam itimad edip imanlarını, zındıkların ve dinsizlerin, din aleyhindeki dehşetli feylesofların itirazlarından ve inkârlarından kurtarsınlar.
Evet o ehl-i iman, lisan-ı hal ile diyecek ki: Madem bu hakikatı, bu kadar şiddetli düşmanları çürütemediler ve itiraz edemiyorlar ve şakirdleri, haktan başka onun hizmetinde hiçbir maksad taşımıyorlar; elbette o hakikat, ayn-ı hak ve mahz-ı hakikattır diye bin bürhan kadar bir delil hükmünde imanını kuvvetlendirir ve kurtarır; ve "İslâmiyet'te bir hakikatsızlık mı var?" diye daha evhama düşmeyecekler. (EmI:214)
Birden bu sabah kalbe ihtar edildi ki: Siz bu şiddetli imtihana girmek ve inceden inceye sizi kaç defa "altun mu, bakır mı" diye mehenge vurmak ve her cihette sizi insafsızca tecrübe etmek ve nefislerinizin hisseleri ve desiseleri var mı yok mu üç-dört eleklerle elenmek; hâlisane, sırf hak ve hakikat namına olan hizmetinize pekçok lüzumu vardı ki; kader-i İlahî ve inayet-i Rabbaniye müsaade ediyor. Çünki böyle meydan-ı imtihanda inadcı ve bahaneci insafsız muarızların karşısında teşhir edilmesinden herkes anladı ki: Hiç bir hile, hiç bir enaniyet, hiçbir garaz, hiçbir dünyevî, uhrevî ve şahsî menfaat karışmayarak, tam hâlis, hak ve hakikattan geliyor. Eğer perde altında kalsaydı, çok manalar verilebilirdi. Daha avam-ı ehl-i iman itimad etmezdi. "Belki bizi kandırırlar" der ve havas kısmı dahi vesvese ederdi. Belki bazı ehl-i makamat gibi kendilerini satmak, itimad kazanmak için böyle yapıyorlar diye daha tam kanaat etmezlerdi. Şimdi imtihandan sonra, en muannid vesveseli dahi teslime mecbur oluyor. Zahmetiniz bir, kârınız bindir inşâallah. (Ş:522)
...Risale-i Nur bu vazifeyi; en dehşetli bir zamanda ve en lüzumlu ve nazik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakaik-i Kur'aniye ve imaniyenin en derin ve en gizlilerini gayet kuvvetli bürhanlar ile isbat ederek, o iman-ı tahkikîyi taşıyan hâlis ve sadık şakirdleri dahi, bulundukları kasaba, karye ve şehirlerde -hizmet-i imaniye itibariyle- âdeta birer gizli kutub gibi, mü'minlerin manevî birer nokta-i istinadı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i maneviye-i itikadları cesur birer zabit gibi, kuvve-i maneviyeyi ehl-i imanın kalblerine verip, mü'minlere manen mukavemet ve cesaret veriyorlar.(Ş:749)

İhlasın sırrı için sohbetten men

....Hem a'zamî ihlasın zedelenmemek için şimdi düşmanlar da dostlara inkılab ettiği bir zamanda sohbet etmek, konuşmak; bu dünyada da uhrevî hizmetlerin bir güzel ve fâni meyvelerine vesile olabilir. O vakit a'zamî ihlas ki, hiçbir şeye âlet olmayacak. Hem vazife-i İlahiyeye karışmamak için kader-i İlahî hakkımdaki bu şiddetli halete aleyhimde değil, lehimde olarak fetva verdi, müsaade etti. Ben yanımdaki vasiyetnamemdeki evlâd kabul ettiğim küçük evlâdları tevkil ediyorum. Onlarla konuşanı, benimle konuşmuş gibi kabul ediyorum... (EmI:226)
Şimdi Risale-i Nur'un fevkalâde fütuhatı ve âlem-i İslâm'da dahi fevkalâde bir hüsn-ü kabule mazhar olması hengâmında, düşmanlar dahi dostlara inkılab ettiği bir zamanda Risale-i Nur'un a'zamî ihlasını (ki, rıza-yı İlahîden başka dünyevî, uhrevî hiçbir rütbeye, makama âlet etmemek) muhafaza için dehşetli bir merdümgiriz yani insanlardan tevahhuş ve sesi çıkmamak ve konuşmamak hastalığı ve elini öpmek, ona âdeta bir tokat vurmak gibi dokunmak vaziyeti, kat'iyyen bize kanaat verdi ki; bu bir istihdam-ı Rabbanîdir. (EmI:229)
Şahsiyet nazara verilmemeli
... Risale-i Nur şakirdlerine lâyık bir üstada muvafık bir ulvî mertebe ve fazileti; bîçare, kusurlu bu şahsımda kabul ettikleri sebebiyle gayret ve şevkleriyle çalışmaları, bu noktada haddimden ziyade hüsn-ü zanları kabul edilebilir. Fakat Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsinin malı olarak elimde bulunuyor diye bilmek gerektir. Fakat başta zındıklar ve ehl-i dalalet ve ehl-i siyaset ve ehl-i gaflet, hattâ safi-kalb ehl-i diyanet şahsa fazla ehemmiyet verdikleri cihetinde, haksızlar o şahsı çürütmekle hakikatlara darbe vurmak ve o Nurlara, benim gibi bir bîçareyi maden zannederek bütün kuvvetleriyle beni çürütüp, o nurları söndürmeye ve safi-kalblileri de inandırmaya çalışıyorlar....(EmI:71)
[Şu Mebhas, bana daimî hizmet edenlerin, ahlâkımda gördükleri acib ihtilaftan gelen hayretlerine karşı; hem iki talebemin benim hakkımda haddimden fazla hüsn-ü zanlarını ta'dil etmek için yazılmıştır.]
Ben görüyorum ki: Kur'an-ı Hakîm'in hakaikine ait bazı kemalât, o hakaike dellâllık eden vasıtalara veriliyor. Şu ise yanlıştır. Çünki me'hazın kudsiyeti, çok bürhanlar kuvvetinde tesirat gösteriyor; onun ile, ahkâmı umuma kabul ettiriyor. Ne vakit dellâl ve vekil gölge etse, yani onlara teveccüh edilse, o me'hazdaki kudsiyetin tesiri kaybolur. (M:319)